1998-4744 yılları arasında yaşamış ünlü siyaset felsefecisi Giammattista Vico’ya dayanan Sosyal İnşacılık düşüncesinde Vico doğal dünyanın Tanrı tarafından tarihsel dünyanın ise tarafından inşa edildiğini savunur. Doğal dünyayı insanın değiştiremeyeceğini savunan Vico insanın kendisinin yarattığı doğal dünya ile ilgilenmesi gerektiğini savunur.
Sosyal İnşacılık görüşü hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüş ancak sosyologlar Peter L. Berger - Thomas Luckmann tarafından Sosyal İnşacılık bir kuram halini almıştır. Kuram bireyin doğması ile birlikte aile içinde başlayan eğitiminin ve ilk bilgileri toplumda devam etmektedir. Birey ailesi ve toplum tarafından nakış gibi işlenen tabiri caiz ise kurama göre sosyal bir üründür. Bu haliyle insan sosyal olduğu kadar sosyal bir üründür. Aile ve toplumdan bilgi alan birey çeşitli kültürlerle karşılaşır. Zaman geçer ve belli bir bilgi seviyesine gelen birey bilgi aldığı topluma bilgi sunmaya başlar. Yani daha önce bilginin nesnesi olan birey bilgimin öznesi olur. Buna diyalektik süreçte çift yönlü ilişki denilmektedir.
Toplumlar önce kendi toplumlarında daha sonra uluslararası alanda ortak akıl ile olgular ve kurumlar oluştururlar. Bu oluşan olgular toplumun ortak aklının ürünü olduğu takdirde toplum tarafından kabul görür ve olgu halini alırlar. Olgular zaman içerisinde değişebilirler ancak bu değişiklikler toplumun orta aklına dayanması gerekmektedir, Örneğin evlilik bir olgudur ve toplumdan topluma farklı öve gelenekler gösterse de temel özellik bir kadın ile bir erkeğin evlenmesidir. Hollanda gibi bazı Avrupa ülkeleri e ABD’de bazı eyaletlere kadın kadına, erkek erkeğe evlilik söz konusu olabilse de bu tür evlilikler toplumun ortak aklın ürünü olmadıklarından kabul görmüş genel evlilik olgusunda değişiklik yaratamamaktadır.
Sosyal İnşa ürünü olan olgular sosyal, ekonomik, asker, siyasi vb olgular olarak karşımıza çıkmaktadır. Savaş olgusu içinde sava kendisini tehdit altına gören bir devletin alacağı karardır ancak bazen de saldırı amaçlı olarak alınan karar olmaktadır. Bu durum devletlerin gücüne göre hareket ettiğini göstermektedir. Bir devlet savaşta galip geleceğine inandığı devlete karşı savaş kararı alabileceği gibi, kazanamayacağını bildiği bir savaşa girmektense karşı devletle toprak bütünlüğünü korumak adına uzlaşma tavrında olacaktır.
Saldırgan/emperyalist bir devlere karı ile aynı güçte olan devletler dengeleme politikası güderek o devlete karşı savaşabileceği gibi, zayıf olan devletler emperyalist devletlere teslim olma politikası güdeceklerdir.
Günümüzde emperyalist devletler zayıf devletlerden geçmişte olduğu gibi toprak almak yerine zayıf devletlerin doğal kaynaklarına el koyma, yönetme vb yöntemleri seçebilmektedir. Bu durum zayıf devletlerin siyasetini de etkilemektedir. Örneğin İsrail Ortadoğu’da İsrail tek Yahudi devleti olmasına rağmen nüfus ve toprak olarak çok üstün olan ve sayısal olarak bir çok devlete sahip olan Arap devletleri zaman içerisinde İsrail’e karşı olmaktan vaz geçmiş ve İsrail ile aynı siyasi çizgide politikalar izler hale gelmiştir Böyle olunca orta doğun dışında bağımsızlığı tanınmış İsrail her geçen gün Filistin topraklarını işgal etmiş, Filistin toprakları küçülmüş ve Filistin halkına yapılan zulüm artmış, bu işgal ve zulme kimse ses çıkaramamaktadır. Üstelik kendisini özgürlükler ülkesi olarak tanımlatan ABD İsrail’e destek vermektedir. Adeta ABD İsrail’in Filistin işgallerinin ve Filistin haklına yapılan zulmün sebebi haline gelmiştir.
Benzer şekilde ÇİN’de Uygur Türklerine karşı yapılan asimilasyon, tecavüz ve zulme bütün dünya sessiz kalmaktadır. Daha dünyada bir çok zulüm bulunmaktadır: Bir çok Arap devletinin Filistin halkına ve topraklarına yapılan zulüm ve işgale sessiz kalması gibi ki bu aynı zaman da kendi politikaları gereği Müslüman devletlerin de sessiz kalması gibi, bir çok Türk devleti de Uygur Türklerine Çin devleti tarafından yapılan zulme sessiz kalmakta ve hatta Arap devletleri İsrail, Türk devletleri se Çin ile ekonomik ilişki içerisine girmektedir.
Devletler kendi iç politikalarında genelde milliyetçi politikalar uygulamaktadır. Aslında milliyetçiliğin çok çeşitli varyasyonları bulunmaktadır, Milliyetçilik bir ülke içerisindeki etnik azınlığının uyguladığı politika olabildiği gibi, teritoryal milliyetçili (bütünleştirici milliyetçilik) ya da homojen bir ulusa sahip devletin uyguladığı milliyetçilik olabilir. Daha bir çok milliyetçilik uygulama şekli bulunmaktadır.
Kimlik sosyal bir olgu olup, milliyetçilik de bir kimlik olması nedeniyle sosyal bir olgu olup insanlar tarafından sosyal olarak inşa edilmiştir. Bazı uluların milliyetçilikleri efsanelere dayandığı gibi, bazı ulusların milliyetçilikleri ile kişilerle başlamış ve özdeşleşmiştir.
Ülker içerinde siyasi partilerin içerisinde özellikle en büyük olanı milliyetçi partilerdir. Bu kural dünyanın tamamında geçerli olmamakla birlikte dünyadaki hükümetler genelde ve ağırlıklı olarak milliyetçi partilerden oluşmuş hükümetlerdir. Seçmenlere “biz” ve “öteki” kavramı ile dayatılan “Milliyetçilik”,; “belirli bir milletin çıkarlarını, özellikle egemenliğini ve özyönetimini kazanmayı, daha sonra bunu ilelebet sürdürmeyi amaçlayan ideolojik fikir hareketi” olarak tanımlanmaktadır. Görüldüğü gibi milliyetçilik bir milletin çıkarlarını, öz yönetimini kazanıp sürdürmeyi, egemenliğini sonsuza kadar sürdürmeyi amaçlayan ideolojidir.
Arap devletlerinin, Türk devletlerinin, Filistin ve Uygur Türklerinin yanında yer alarak İsrail ve Çin’e karşı koymak bir yana, ABD, ÇİN,İSRAİL ve RUSYA ile girdikleri ve bu devletlere imtiyazlar tanıyan politikalarının ülkelerinde milliyetçi politikaları ile ne kadar uyuşmaktadır. Yani işin kısası bugün milliyetçilik dünyada iç politikada siyaset aracı olarak yönetime gelinen bir ideoloji, dış politikada ise bir ideolojinin olmadığı teslimiyetçilik haline gelmiştir.