Bu yazıyı akıllı telefonumun not defterine dokunmatik ekrana tıkır tıkır tıklayarak yazıyorum. Baş parmağım kıvrılıp tıklamaktan, sol elimin parmakları telefonumun kabının kenarlarındaki girinti çıkıntılardan rahatsız olup ağrımaya başlıyor. Gözlerim ekran ışığından rahatsız olup yanmaya başlıyor ama bu dezavantajlara rağmen işin güzel yanı hızlıca yazıp dilediğim gibi düzeltebiliyor, istediğim an ve istediğim kişiye gönderebiliyorum. Çok değil yirmi yıl kadar önce olsa bunu bu kadar kolay yapamazdım. Bugün yirmili veya otuzlu yaşlarında olanlar dahi internetin ve akıllı telefonlar ile o telefonlardaki uygulamaların sağladığı hız ve konforu bilirler de öncesini bilmezler.
Daktilo denen yazı makinelerinin antikacılardan alınıp evleri süsleyen süs eşyaları olduğunu bilirler. Bir yazı, fotoğraf ya da belgeyi dünyanın herhangi bir noktasına saniyeler içinde gönderebilmeyi bilirler de evinde ev telefonu bile olmamasının ya da Almanya’da yaşayan anne baba veya kardeşiyle telefonla konuşabilmek için santrale istek yazdırıp evde beklemeyi bilemezler. Uyduruyorum sanabilirsiniz fakat bunları bizzat yaşamış birisiyim.
Çarpıcı örnek olsun diye bunları yazdım. Teknoloji ve özellikle de internet ile bağlantılı teknolojilerin dünyamızı nasıl değiştirdiğini anlatmak istedim. Para bile sanal ortamda bambaşka bir şeye dönüşmüş, arsa araziye yatırım yapmak kavramı metaverse denen sanal dünya ile anlaması kavraması pek çoğumuz için zor olan bir seviyede değişime uğramış.
Sadece bu değil. Ulaşımda konforlu ve hızlı uçaklar, okyanusda bile dalgaları hissettirmeyen gemiler, kendisi giden ve park eden otomobiller. Tarım ya da tekstil ürünlerinin üretim teknikleri ile kullanılan hammaddeler otuz kırk yıl öncesine göre hem farklı hem çok daha verimli.
İnsan ilişkileri ve bilgi akışı ise teknoloji sayesinde baş döndüren bir hızda. Klasik bir söz olacak belki ama dünya eski dünya değil artık.
Bunlar güzel gelişmeler. İnsanoğlu Dünya ile de yetinmeyip uzaya turistik seyahatler yapıyor. Sayı olarak az ve bugün için büyük paraya mal oluyorsa da oluyor. Yani mümkün.
Derken bir gece yarısı insanoğlunun vahşi ve kan dökücü yüzünü, eski bir kavram, unutulmuş, tarih kitaplarında kalmış bir kavram olması gereken o korkunç olayı görüyor ve dehşete düşüyoruz. Adına konvansiyonel savaş denen, basbayağı insanların insanları topluca ölüme kıyıma tabi tuttuğu, sebebi, amacı, bahanesi ne olursa olsun taraflarının her zaman kaybettiği, kazananı olmayan o acı gerçek.
Teknoloji değişti, dünya değişti, insanlar değişti diyoruz ama insan denen canlı türünün zamanlar çağlar ötesi hiç değişmeyen karakteri umulmadık bir anda kendini gösteriyor.
İnsan eliyle yıkılan bir binanın enkazında toz toprak ve kana bulanmış bir bebek bir çocuk gördüğümüzde dünyada değişen nedir diye sormadan edemiyoruz.
Oysa ki insanoğlu sevmeyi bilir. Üretmeyi ve inşa etmeyi, düzeltmeyi yıkılmış olanı ve tedavi etmeyi hastalanmış olanı. Teknolojiyi ve bilgiyi bunlar için kullanır ve geliştirir. Kanunlar koyar ve tedbir alır kargaşa kavga ve savaşlar olmasın diye.
Bazı bilim kurgu filmlerinde ütopik bir fikir olarak ortaya atılan, tüm dünyanın hatta başka pek çok gezegende yaşayan türlü türlü canlıların da tek bir devlet ve kanunlar sistemine bağlı olarak yaşadığı bir düzenin gösterildiği senaryonun olası ya da olması gerektiğini düşünürüm zaman zaman. Ülkeler birbirine savaş açamayacaktır bu düzende çünkü dünya tek bir ülkedir. Doğal kaynaklar ve zenginlik insanların yaşadığı yere ya da teninin rengine bakılmaksızın ortak kullanılıacaktır çünkü bu dünya hepimizin ortak malıdır. Ben böyle bir dünya ve düzen hayal ediyorum. Biraz safça belki fakat hayal etmeye, düşlemeye değer.